6 Aralık 2012 Perşembe
Hiçbir şeyin sahibi değilken herşey bizim hürmetimizdeymiş gibi yaşıyor olmamız garip değil mi?
Yaşam denilen şey öyle bir meşale ki, ucu tutuşturulup elden ele dolaşan... Olasıdır ki kolayca cevaplayabileceğimizi sandıklarımızın bir çoğu hayatın ne olduğunu değil nasıl yaşanması gerektiğini dile getirir. Sahip olduklarımız bir gün kaybedeceklerimizden sadece birkaçı. 'Bu benim' dediğimiz her şey sadece bize emanet. Geride arkamızdan dua edenlerin gözyaşlarıyla ıslattıkları kuru dudakları kalıyor oysa... Hayat etrafında çerçevesi olan kocaman bir tual gibidir. Çizdiklerimiz, boyadıklarımız, kalemimiz ve rengi bize aittir. Hiçbirimiz zengin değiliz, hiçbirimiz iktidar sahibi değiliz sahip olduğumuz tek şey taşıdığımız bedenimiz, ki aramızda buna sahip çıkmayı beceremeyenlerde yok demeden geçemeyeceğim. O gelişi güzel çizdiğimiz tualdeki her çizgi taşıdığın karakterin bir parçası olsa gerek, karakter ve kişiliğin ayrımında ayırt etmek oldukça detaylı sanırım. En kısasından kişilik insanın kendine özgü davranış biçimi olup, karakterin kişiliğin temel taşı olduğunu bilmekte fayda var. Bu önemli iki kavramı öğrenip en sağlamını kurmakla uğraşmayıp ikisinide taşımayanlarda var tabi. Bunca gerçeğin yanı sıra tüm benliğinle karakterini çiz, rengini seç, kokunu ver, şarkını söyle, kendi duruşunla dur ve hükmünü sürdür ...
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder